'Boşanmış İnsanları Görünce Üzülüyorum'

Siz onun pos bıyıklarına, ciddi duruşuna aldanmayın; karşısındakine güven duyduğu anda yüzünden gülümseme eksilmiyor. Öyle ki zaman zaman ifadesi çocuksu bir hal alıyor. Bülent İnal, yeni dizisi “Tatar Ramazan”ı, evliliğini, babalığı ve hatalarını Marie Claire dergisine anlattı.

Benim elimde Türk kahvesi, onunkinde çay, yürüyoruz hızlı hızlı fotoğraf stüdyosunun toplantı odasına doğru. Bütün derdi; çekim ve röportaj bitsin, ardından dublaja koşsun, oradan da evine.

10 aylık bir oğlu var; adı Çınar. Başrolünde olduğu sezon dizisi “Tatar Ramazan” İzmir 'de çekildiği için ondan uzak kalıyor bugünlerde. İyi bir eş ve baba olmaya gönül vermiş bir kere Bülent İnal; her anı değerlendirmeye, evdekileri mutsuz etmemeye çalışıyor.

ABİ YÜRÜ ARKANDAYIZ!

Masaya oturduğumuz an kendine adeta küçük, güvenli bir koza örüyor ve dönüp, bana bakıyor. Evet, başlayabiliriz. “Kimdir Tatar Ramazan?” diyorum. Dönüp bir daha bakıyor, “Kimdir derken?” Allah, diyorum içimden, işte gazetecinin gardını almış sanatçıyla imtihanı! Duvarı kırdım, kırdım; yoksa yandık.

“Kimdir, nasıl bir karakter, nereden gelip nereye gidiyor? Malum henüz yayınlanmadı dizi.” Hak verir gibi kafa sallıyor ve Tatar Ramazan 'ın en sevdiği yanının hak ve adalet peşinde koşan biri olması olduğunu söylüyor.

“Sizin de sanki bu hayatta tavırlı bir duruşunuz var” diyorum: “Göze sokmayı, çok konuşmayı sevmem ama tabii ki bir tavrım var. Tatar Ramazan 'ı da o yüzden çok seviyorum. Bir kasabada yaşıyor.

Küçük bir dünyası var; bir ailesi var, sevdiği kadın ve dostları var. Orada yaşarken yaşadığı sorunlar, sistemin yanlışlığı onu pişiriyor aslında biraz. Bir de tabii babasından aldığı öğütler... Gördüğü haksızlıklara, adaletsizliklere başkaldıran bir karakter. Her zaman öyle olmuş.

En son noktada belediye başkanını öldürmesiyle birlikte hapishane ve sürgün hayatı başlıyor ve sistemle kavgasına devam ediyor. Böyle bir karakter...” Gözü kara bir adamdı yani Tatar Ramazan. “Biraz fazla gözü kara” deyip gülüyor. Sonra dizi ekibinin de bu karakteri nasıl sevdiğini anlatıyor.

Settekiler bazı sahnelerden sonra gaza gelip, “Abi yürü, arkandayız, yürü abi!'diye tezahürat yapıyor, alkışlıyorlarmış: “İnsanlar kendi söyleyemediklerini, içinde tuttuklarını bir başkası haykırdığı ve eyleme geçirdiği zaman çok heyecanlanıyorlar, onun peşinden gidiyorlar.

Bu anlamda cesaret verici bir karakter diye düşünüyorum.” Doğru diyordu İnal, kahramanları hepimiz sevmez miydik? Peki oyunculuk nasıl bir şeydi? Farklı farklı karakterleri kurcalamak, yorumlamak zevkli miydi? “İşimizin zevkli yanı bu aslında.

Farklı karakterleri alıp, biraz onlarla uğraşıyoruz, boğuşuyoruz. Kendi içimizdeki benzer yanları bulmaya çalışıyoruz, olmayanları araştırıyoruz, ona bürünüyoruz. Sonra da onunla bir yolculuğa çıkıyoruz.

Uzun süren yolculuklar ya da kısa süren yolculuklar... İnsan sevdiği zaman daha keyifli oynuyor tabii.” Ardından oyunculuğun zor yanlarından bahsediyoruz. Günde 15 saati sette geçirmekten örneğin... Zaman zaman kendilerini sorguluyorlarmış bu nasıl bir meslektir, böyle devam eder mi diye.

Zaten oyunculuk okumak da mühendislik okumaya benzemiyormuş, çünkü yeni mezun bir oyuncunun karşısına çıkacak imkânlar çok daha kısıtlıymış: “Yapacağın zamanlar belli oyunculuğu. Onun dışında 'Ben oyuncuyum, size bir şey yapacağım'diyerek insanları durdurup, mesleğinizi satamazsınız.”

Kendisi de 1999 'da 9 Eylül Üniversitesi Tiyatro Bölümü 'nü bitirdiği zaman ne yapacağını bilememiş. Devlet ve şehir tiyatrolarının sınavlarına girmiş ama kazanamamış. “O zaman ikinci bir yıkım oluyor insanda” diyor o günleri anlatırken. Düşünmüş hep ne yapacağını, mesleğini nasıl icra edeceğini.Derken televizyon sektörünün gelişmesiyle birlikte kendini hiç hayal etmediği bir sektörde bulmuş.

Oysa o ömrü boyunca tiyatro yapmak; küçük, sakin bir dünya kurmak istiyormuş kendine. Zaten Türk Dili ve Edebiyatı okumayı bırakıp oyunculuk okumaya girişmesi de bundanmış.

SONUNU DÜŞÜNEN KAHRAMAN OLAMAZ

Bülent İnal 'ın ne gibi korkuları var acaba? İyi baba olmaktan yana endişesi var mı örneğin? “Sonunu düşünen kahraman olamaz” diye gülüyor önce. Sonra başta çok evhamlı olduğunu, ona güzel bir hayat bir hayat sunabilecek miyim diye dertlendiğini anlatıyor:

“Bir ara Melis 'le (Tüysüz) kendimizi hangi okula versek, oradan çıksa hangi liseye versek falan derken bulduk. Çocuk daha iki aylıktı!” Bu olağanüstü hâl birkaç ay sürmüş. Daha sonra onun beklediği tek şeyin sevgi olduğuna karar vermiş. Artık anı yaşıyorlarmış.

BOŞANMIŞ İNSANLARI GÖRÜNCE ÜZÜLÜYORUM

Bülent İnal, anne-babanın bir arada olmasını çocuk gelişimi açısından çok önemsiyor: “Boşanmaları sevmiyorum. Boşanmış insanları ve çocuklarının halini görünce üzülüyorum.

Evlenmeden önce hep 'İnşallah doğru insanı bulurum, o beni sever, ben onu severim, bir ömür boyu çocuğu birlikte büyütürüz ve hiç ayrılmayız'derdim. Çocuğun psikolojisi beni her zaman çok düşündürüyor. O yüzden inşallah hayatımızda böyle bir şey olmayacak.”