Muhteşem Yüzyıl'ın Hürrem'i yeni imaj yaptı
Meryem Uzerli, kamera önünde bukalemun misali değişebilen biri olduğunu Vogue Türkiye dergisinin çekiminde kanıtladı. “Muhteşem Yüzyıl”ın Hürrem Sultan'ı, modern zamanların baştan çıkarıcı, gizemli ve tehlikeli kadınına dönüşmekte hiç zorlanmadı.
Uzerli, babası Türk olsa da Almanya’da doğup büyümüş, Alman kültürüyle yoğrulmuş, kendini Alman addeden biri...
Muhteşem Yüzyıl 28.Bölüm fragmanını izlemek için TIKLAYIN
Büyükbabası Almanya’ya işçi olarak giden kuşaktan. Babası Hüseyin Uzerli’nin tarafı ıstanbullu, annesi Ursula Uzerli, Alman. 1983’te doğduğu, Almanya’nın ortasında 200 bin nüfuslu küçük bir şehir olan Kassel’de, annesinin Amerikalı ilk eşinden olan iki üvey ağabeyi Danny ve Christopher ve bir yaş büyük ablası Canan’la birlikte mutlu bir çocukluk geçirmiş. Ağabeylerinden biri beş yıl boyunca Paris’te yaşadıktan sonra Hollanda’ya yerleşmiş, bugün orada bir patent şirketinde çalışıyor. Büyük ağabeyi Hamburg’da organizasyon işleriyle uğraşıyor. En iyi arkadaşım dediği ablası Canan, caz solisti.
TİYATRODA AĞAÇ ROLÜ VE HAYALETİ OYNADIM
Annesi ve babası, ikisinin de çalıştıkları üniversitede tanışmış. Ve tanıştıkları günden beri hep birbirlerinin gözlerinin içine bakmışlar. Liseye kadar sanat ağırlıklı bir devlet okuluna gittiğini anlatıyor: “Orada öyledir, bazı okullarda spora, bazı okullarda sanata ağırlık verilir. Bir de beş yaşından itibaren, bir arkadaşımın babasının tiyatrosunda sahneye çıktım. Ağaç rolü falan oynuyordum ya da küçük bir hayaleti!”
Lisenin bittiği sene, 17 yaşındayken, Almanya’da gençler için opsiyonel bir uygulamaya katılıp sosyal hizmet görevinde bulunur ve bir yıl boyunca, bir hastanede gönüllü olarak kanserli hastalarla çalışır. Üniversite için karar dönemi gelip çatınca, Almanya’nın dört bir yanından 20-30 okulun başvuru formunu önüne dizer: Münih, Hamburg, Berlin, Frankfurt, Köln...
Uzerli, seçimi nasıl yaptığını yerinden kalkarak gösteriyor. Gözlerini kapatıp işaret parmağını ileriye doğru uzatıyor, olduğu yerde dönüyor ve duruyor.
şansına Acting Studio Hamburg çıkınca, okula özgeçmişini gönderir ve seçmeler için parçalar hazırlar. Kendi belirlediği üç farklı oyundan parça canlandırması, bir şiir okuması, bir de şarkı söylemesi gerekmektedir. Başvuru 300 kişi, kabul edilecek kişi sayısı 5!
“12 yaş büyük ağabeyim Hamburg’da yaşıyordu, başta biraz korktu, yanına taşınacağım diye” diyor: “Sorumluluğumu almak istemiyor tabii. Ama seçmelerden çıktım, arayan soran yok. Sınava girdiğimde dişimde teller, yüzümde sivilceler, üzerimde Hawaii desenli gömlek, kıvır kıvır saçlar... Tam bir teenager gibi görünüyordum. Akşam çok geç bir saatte aradılar. Tartışmışlar beni. ‘Sen daha çok gençsin, önünde daha zaman var, seneye de gelebilirsin diye düşündük ama geri göndermek de istemiyoruz. Anlayacağın, şampanyanı patlatabilirsin’ dediler. Ne şampanyası? Portakal suyunu diktim kafama!”
6 YILLIK İLİŞKİSİNİ BİTİRİP BERLİN’E GEÇTİ
Meryem Uzerli’nin kafasında, tiyatro oyunu misali perdelere böldüğü hayatı azim ve şanstan oluşan bir harman... Hamburg’a gitmeden önce, annesi yerleşmesi için uygun bir öğrenci yurdu ararken, bir sefer yanlış numara çevirir örneğin. Karşısına, bir şapelde vaaz veren bir kadın pastör çıkar. Kadın konuşma esnasında, yalnız yaşadığını, tam da o aralar evinde oda kiralayacak, yokluğunda köpeğine bakacak ve can yoldaşı olacak bir öğrenci aradığını söyler. Üstelik söz konusu ev de okula beş dakika yürüme mesafesindedir.
Uzerli’nin ilk senesini sadece pastörün evi ile okul arasında mekik dokuyarak geçirdiği 10 yıllık Hamburg dönemi işte böyle başlar. Üç yılda okulu bitirir ve küçük tiyatro projelerinde çalışır. Yine kendisi gibi Almanya’da doğup büyümüş bir Türk’le altı yıl süren bir ilişkisi olur. Hayat, yeknesak bir düzene oturur. şehrin de ilişkinin de miadı dolmuştur, yeni sayfa açma zamanı gelmiştir. Bu kez seçimini gözleri açık bir şekilde yapar. Daha büyük, daha kozmopolit Berlin’de karar kılar.
İÇİMDE BİR ŞEYLERE VEDA EDİYORDUM
Berlin’e gelir gelmez Jetzt Aber Ballett adlı televizyon filminde, bir kadın askeri canlandırmak üzere teklif alır. Üç ay spor salonuna kapanır. Saçlar rastaya, adaleler çeliğe, kendisi de “biraz deliye” dönmüştür. Arkadaşları duruşunun, yürüyüşünün değiştiğine dair dalga geçerler. Pek dalga geçilecek bir durum yoktur. O filmde dikkatini çektiği bir yönetmen, yine bir televizyon filminde (Journey of No Return), bu kez bir özel ajanı canlandırmasını ister. ışler yolundadır. Daha doğrusu o öyle bir umuda kapılmıştır ama bir anda her şey bıçak gibi kesilir:
“Sonbahar başlamıştı, hiçbir proje yok... Depresyona girdim. Her şey o kadar hızlı başlamışken birden yabancısı olduğum bir evin içinde yapayalnız... Sessiz... N’oluyoruz, neredesin Meryem, diyorum kendime. ıki-üç hafta evde oturuyorum, arada bir alışveriş için çıkıyorum, duş bile almadan... Durup durup ağlıyorum, içimde bir şeylere veda ediyormuşum gibi geliyor.”
Bu durumdan altı ay kadar sonra bir gün telefon çalar. Seneler öncesinden tiyatrodan tanıdığı ama geçen yıllar içinde kontağının azaldığı, oyuncu ve prodüktör Hülya Duyar telefonun öbür ucundadır. Türkiye’de bir projeden bahseder. Meryem Uzerli, Türkçe’sinin felaket olduğunu söyleyerek çok da hevesli yaklaşmaz. Yarım saat sonra telefon tekrar çalar, hemen uçağa atlayıp gelmesini, online işlerle falan hiç uğraşmamasını söylerler:
TÜRKÇE’Mİ BEĞENMEYENLER BİR DE ÖNCEDEN GÖRSEYDİ
“Düşündüm: Yarın pazar, depresif depresif de oturuyorum zaten. Hem Hülya demişti ki, deneme çekimi yapacağım karakter de çok iyi Türkçe bilmiyormuş. Hürrem’i o güne dek hiç duymamıştım. Babam eski Türkiye’den bahsederdi ama ben hep Atatürk’ü biliyorum; öncesi yok. Türkçe’m o zaman çok daha kötüydü. şimdi konuşamıyor diyorlar, bir de o zaman görselerdi! ‘Rolü alırsan, birkaç sene burada kalabilirsin’ dediklerinde şok! Ben televizyon filmi çekilecek sanıyordum. Kimseyi tanımadığım için nasıl bir proje olduğunu da kestiremiyorum... Kibar bir şekilde nasıl kaçabilirim diye düşündüm. Akşam buluştuğum bir arkadaşım bütün gece bu kadını anlattı bana. Birden içimde bir şey uyandı. Yalnız başına Taksim’den ıstanbul’a bir baktım, kendimi yine yapayalnız hissettim. Bütün şehrin sesleri... Sabah ezanı okunmaya başlayınca tüylerim diken diken oldu. Odanın içinde yalnız başıma Hürrem’le konuşmaya başladım: Hürrem, beni duyuyor musun, duymuyor musun bilmiyorum ama ruhun buralarda bir yerde bence. Ben sana saygı duyuyorum, sen bu dünyada yaşadın, bense daha yeniyim, yaşıyorum. Belki çok büyük acılar çektin, kötülükler, iyilikler yaptın, sonuçta bir insansın... Eğer benim sana ruh verebileceğime inanıyorsan, bana kuvvet gönder; ben senin için elimden geleni yapacağım. Bilmiyorum neden ama her şeyi bırakıp geleceğim senin için...”
Hürrem duydu mu duymadı mı bilinmez ama Meryem Uzerli’nin rolü aldığı bugün milletçe malumumuz. ılk haftalar, kimseler bakmazken ağlama krizlerine girmecesine zor geçer. Senaryo şöyle dursun, Türkçe sağ ne demek, sol ne demek, onu bile bilmeyen Meryem Uzerli’ye en basit komutlar bile tercüme edilir. Repliklerini, her kelimeyi en az 50 kere alt alta yazıp, bilmediği bir dilde şiir ezberler gibi bir yöntemle beynine kazır.
“Bu sezon nispeten rahat” diyor gülerek... “Bazı Osmanlıca şeyler hâlâ çok zor geliyor. Senaryoda işaretlerim var; mavi çok zor, turuncu ortalama, sarılar sette bakabilirim anlamına geliyor. Bu sezon biraz ıstanbul’u göreceğim diye tahmin ediyorum. ılk defa Boğaz’da bir yemeğe çıktım. Öyle güzel şeyler başladı işte.”
HÜRREM GİBİ BAŞKASINA BİLEREK ACI ÇEKTİREMEM
Özel hayatında güçten, kudretten ne anladığı sorulduğunda, “Kendin olmayı becerebilmek” yanıtını veren biri için ideal mesleği seçmiş belki de. Kamera önünde kurtlarını böylesine dökünce, sair zamanlarda Meryem olmak belki daha kolaydır. O malum Muhteşem Yüzyıl’da yaşasa ve Hürrem’i bizzat tanısa, ona “uzaktan bakmayı tercih edeceğini” söylüyor:
“Valla ona iyi dileklerimi ve saygılarımı sunardım ama mesafemi korurdum. Çünkü o ne zaman patlayacağı belli olmayan bir bomba gibi. Ve ben bombaları pek sevmiyorum. Uyum taraftarıyım ben. Benim için başarıya giden her yol mübah değil, başkasına bilerek acı çektiremem. Benim için güç tamamen kendini tanımak: Benim hassas taraflarım, kuvvetli taraflarım nedir, kendimi nasıl ilerletebilirim. Kendini tanımak, bir enstrüman gibi kullanmak ve korumak. Arada bir de temizlenmek... Güç başka ne olabilir ki? Bugün hayat çok kaotik; para konusunda, aile konusunda, ilişki konusunda, her konuda baskı var. Her dönemin başka zorlukları ve şartları var.”
YALNIZ KURT GİBİYİM
Ben işimle özel durumlarımı ayırırım hep. Uzun zaman yalnız kalmayı becerebilirim. Biraz yalnız kurt gibiyim, öyle şarj oluyorum. Eve gidiyorum kendimi yaşıyorum, daha sonra insanlarla beraber olduğumda da tadını çıkarıyorum ama... Ben Hürrem’in döneminde, öyle politik ortam içinde yaşamak istemezdim.
AŞK BENİM İÇİN ÖZGÜRLÜK HÜRREM İÇİN İKTİDAR SAVAŞI
Aşk ve sevgi benim için hiçbir zaman iktidar savaşı olmaz. Aşkın ve sevginin sana iyi kuvvet vermesi lazım, senden bir şeyler alması değil. Benim için aşk özgürlük. Hürrem için tabii ki o dönemde o harem yapısında, aşk bir iktidar savaşı olabilir. Belki de maalesef sadece öylesini gördü, öğrendi. Hayat ona sadece öyle gösterdi. Daha iyisini bilemez ki...”
Muhteşem Yüzyıl 28.Bölüm fragmanını izlemek için TIKLAYIN
Büyükbabası Almanya’ya işçi olarak giden kuşaktan. Babası Hüseyin Uzerli’nin tarafı ıstanbullu, annesi Ursula Uzerli, Alman. 1983’te doğduğu, Almanya’nın ortasında 200 bin nüfuslu küçük bir şehir olan Kassel’de, annesinin Amerikalı ilk eşinden olan iki üvey ağabeyi Danny ve Christopher ve bir yaş büyük ablası Canan’la birlikte mutlu bir çocukluk geçirmiş. Ağabeylerinden biri beş yıl boyunca Paris’te yaşadıktan sonra Hollanda’ya yerleşmiş, bugün orada bir patent şirketinde çalışıyor. Büyük ağabeyi Hamburg’da organizasyon işleriyle uğraşıyor. En iyi arkadaşım dediği ablası Canan, caz solisti.
TİYATRODA AĞAÇ ROLÜ VE HAYALETİ OYNADIM
Annesi ve babası, ikisinin de çalıştıkları üniversitede tanışmış. Ve tanıştıkları günden beri hep birbirlerinin gözlerinin içine bakmışlar. Liseye kadar sanat ağırlıklı bir devlet okuluna gittiğini anlatıyor: “Orada öyledir, bazı okullarda spora, bazı okullarda sanata ağırlık verilir. Bir de beş yaşından itibaren, bir arkadaşımın babasının tiyatrosunda sahneye çıktım. Ağaç rolü falan oynuyordum ya da küçük bir hayaleti!”
Lisenin bittiği sene, 17 yaşındayken, Almanya’da gençler için opsiyonel bir uygulamaya katılıp sosyal hizmet görevinde bulunur ve bir yıl boyunca, bir hastanede gönüllü olarak kanserli hastalarla çalışır. Üniversite için karar dönemi gelip çatınca, Almanya’nın dört bir yanından 20-30 okulun başvuru formunu önüne dizer: Münih, Hamburg, Berlin, Frankfurt, Köln...
Uzerli, seçimi nasıl yaptığını yerinden kalkarak gösteriyor. Gözlerini kapatıp işaret parmağını ileriye doğru uzatıyor, olduğu yerde dönüyor ve duruyor.
şansına Acting Studio Hamburg çıkınca, okula özgeçmişini gönderir ve seçmeler için parçalar hazırlar. Kendi belirlediği üç farklı oyundan parça canlandırması, bir şiir okuması, bir de şarkı söylemesi gerekmektedir. Başvuru 300 kişi, kabul edilecek kişi sayısı 5!
“12 yaş büyük ağabeyim Hamburg’da yaşıyordu, başta biraz korktu, yanına taşınacağım diye” diyor: “Sorumluluğumu almak istemiyor tabii. Ama seçmelerden çıktım, arayan soran yok. Sınava girdiğimde dişimde teller, yüzümde sivilceler, üzerimde Hawaii desenli gömlek, kıvır kıvır saçlar... Tam bir teenager gibi görünüyordum. Akşam çok geç bir saatte aradılar. Tartışmışlar beni. ‘Sen daha çok gençsin, önünde daha zaman var, seneye de gelebilirsin diye düşündük ama geri göndermek de istemiyoruz. Anlayacağın, şampanyanı patlatabilirsin’ dediler. Ne şampanyası? Portakal suyunu diktim kafama!”
6 YILLIK İLİŞKİSİNİ BİTİRİP BERLİN’E GEÇTİ
Meryem Uzerli’nin kafasında, tiyatro oyunu misali perdelere böldüğü hayatı azim ve şanstan oluşan bir harman... Hamburg’a gitmeden önce, annesi yerleşmesi için uygun bir öğrenci yurdu ararken, bir sefer yanlış numara çevirir örneğin. Karşısına, bir şapelde vaaz veren bir kadın pastör çıkar. Kadın konuşma esnasında, yalnız yaşadığını, tam da o aralar evinde oda kiralayacak, yokluğunda köpeğine bakacak ve can yoldaşı olacak bir öğrenci aradığını söyler. Üstelik söz konusu ev de okula beş dakika yürüme mesafesindedir.
Uzerli’nin ilk senesini sadece pastörün evi ile okul arasında mekik dokuyarak geçirdiği 10 yıllık Hamburg dönemi işte böyle başlar. Üç yılda okulu bitirir ve küçük tiyatro projelerinde çalışır. Yine kendisi gibi Almanya’da doğup büyümüş bir Türk’le altı yıl süren bir ilişkisi olur. Hayat, yeknesak bir düzene oturur. şehrin de ilişkinin de miadı dolmuştur, yeni sayfa açma zamanı gelmiştir. Bu kez seçimini gözleri açık bir şekilde yapar. Daha büyük, daha kozmopolit Berlin’de karar kılar.
İÇİMDE BİR ŞEYLERE VEDA EDİYORDUM
Berlin’e gelir gelmez Jetzt Aber Ballett adlı televizyon filminde, bir kadın askeri canlandırmak üzere teklif alır. Üç ay spor salonuna kapanır. Saçlar rastaya, adaleler çeliğe, kendisi de “biraz deliye” dönmüştür. Arkadaşları duruşunun, yürüyüşünün değiştiğine dair dalga geçerler. Pek dalga geçilecek bir durum yoktur. O filmde dikkatini çektiği bir yönetmen, yine bir televizyon filminde (Journey of No Return), bu kez bir özel ajanı canlandırmasını ister. ışler yolundadır. Daha doğrusu o öyle bir umuda kapılmıştır ama bir anda her şey bıçak gibi kesilir:
“Sonbahar başlamıştı, hiçbir proje yok... Depresyona girdim. Her şey o kadar hızlı başlamışken birden yabancısı olduğum bir evin içinde yapayalnız... Sessiz... N’oluyoruz, neredesin Meryem, diyorum kendime. ıki-üç hafta evde oturuyorum, arada bir alışveriş için çıkıyorum, duş bile almadan... Durup durup ağlıyorum, içimde bir şeylere veda ediyormuşum gibi geliyor.”
Bu durumdan altı ay kadar sonra bir gün telefon çalar. Seneler öncesinden tiyatrodan tanıdığı ama geçen yıllar içinde kontağının azaldığı, oyuncu ve prodüktör Hülya Duyar telefonun öbür ucundadır. Türkiye’de bir projeden bahseder. Meryem Uzerli, Türkçe’sinin felaket olduğunu söyleyerek çok da hevesli yaklaşmaz. Yarım saat sonra telefon tekrar çalar, hemen uçağa atlayıp gelmesini, online işlerle falan hiç uğraşmamasını söylerler:
TÜRKÇE’Mİ BEĞENMEYENLER BİR DE ÖNCEDEN GÖRSEYDİ
“Düşündüm: Yarın pazar, depresif depresif de oturuyorum zaten. Hem Hülya demişti ki, deneme çekimi yapacağım karakter de çok iyi Türkçe bilmiyormuş. Hürrem’i o güne dek hiç duymamıştım. Babam eski Türkiye’den bahsederdi ama ben hep Atatürk’ü biliyorum; öncesi yok. Türkçe’m o zaman çok daha kötüydü. şimdi konuşamıyor diyorlar, bir de o zaman görselerdi! ‘Rolü alırsan, birkaç sene burada kalabilirsin’ dediklerinde şok! Ben televizyon filmi çekilecek sanıyordum. Kimseyi tanımadığım için nasıl bir proje olduğunu da kestiremiyorum... Kibar bir şekilde nasıl kaçabilirim diye düşündüm. Akşam buluştuğum bir arkadaşım bütün gece bu kadını anlattı bana. Birden içimde bir şey uyandı. Yalnız başına Taksim’den ıstanbul’a bir baktım, kendimi yine yapayalnız hissettim. Bütün şehrin sesleri... Sabah ezanı okunmaya başlayınca tüylerim diken diken oldu. Odanın içinde yalnız başıma Hürrem’le konuşmaya başladım: Hürrem, beni duyuyor musun, duymuyor musun bilmiyorum ama ruhun buralarda bir yerde bence. Ben sana saygı duyuyorum, sen bu dünyada yaşadın, bense daha yeniyim, yaşıyorum. Belki çok büyük acılar çektin, kötülükler, iyilikler yaptın, sonuçta bir insansın... Eğer benim sana ruh verebileceğime inanıyorsan, bana kuvvet gönder; ben senin için elimden geleni yapacağım. Bilmiyorum neden ama her şeyi bırakıp geleceğim senin için...”
Hürrem duydu mu duymadı mı bilinmez ama Meryem Uzerli’nin rolü aldığı bugün milletçe malumumuz. ılk haftalar, kimseler bakmazken ağlama krizlerine girmecesine zor geçer. Senaryo şöyle dursun, Türkçe sağ ne demek, sol ne demek, onu bile bilmeyen Meryem Uzerli’ye en basit komutlar bile tercüme edilir. Repliklerini, her kelimeyi en az 50 kere alt alta yazıp, bilmediği bir dilde şiir ezberler gibi bir yöntemle beynine kazır.
“Bu sezon nispeten rahat” diyor gülerek... “Bazı Osmanlıca şeyler hâlâ çok zor geliyor. Senaryoda işaretlerim var; mavi çok zor, turuncu ortalama, sarılar sette bakabilirim anlamına geliyor. Bu sezon biraz ıstanbul’u göreceğim diye tahmin ediyorum. ılk defa Boğaz’da bir yemeğe çıktım. Öyle güzel şeyler başladı işte.”
HÜRREM GİBİ BAŞKASINA BİLEREK ACI ÇEKTİREMEM
Özel hayatında güçten, kudretten ne anladığı sorulduğunda, “Kendin olmayı becerebilmek” yanıtını veren biri için ideal mesleği seçmiş belki de. Kamera önünde kurtlarını böylesine dökünce, sair zamanlarda Meryem olmak belki daha kolaydır. O malum Muhteşem Yüzyıl’da yaşasa ve Hürrem’i bizzat tanısa, ona “uzaktan bakmayı tercih edeceğini” söylüyor:
“Valla ona iyi dileklerimi ve saygılarımı sunardım ama mesafemi korurdum. Çünkü o ne zaman patlayacağı belli olmayan bir bomba gibi. Ve ben bombaları pek sevmiyorum. Uyum taraftarıyım ben. Benim için başarıya giden her yol mübah değil, başkasına bilerek acı çektiremem. Benim için güç tamamen kendini tanımak: Benim hassas taraflarım, kuvvetli taraflarım nedir, kendimi nasıl ilerletebilirim. Kendini tanımak, bir enstrüman gibi kullanmak ve korumak. Arada bir de temizlenmek... Güç başka ne olabilir ki? Bugün hayat çok kaotik; para konusunda, aile konusunda, ilişki konusunda, her konuda baskı var. Her dönemin başka zorlukları ve şartları var.”
YALNIZ KURT GİBİYİM
Ben işimle özel durumlarımı ayırırım hep. Uzun zaman yalnız kalmayı becerebilirim. Biraz yalnız kurt gibiyim, öyle şarj oluyorum. Eve gidiyorum kendimi yaşıyorum, daha sonra insanlarla beraber olduğumda da tadını çıkarıyorum ama... Ben Hürrem’in döneminde, öyle politik ortam içinde yaşamak istemezdim.
AŞK BENİM İÇİN ÖZGÜRLÜK HÜRREM İÇİN İKTİDAR SAVAŞI
Aşk ve sevgi benim için hiçbir zaman iktidar savaşı olmaz. Aşkın ve sevginin sana iyi kuvvet vermesi lazım, senden bir şeyler alması değil. Benim için aşk özgürlük. Hürrem için tabii ki o dönemde o harem yapısında, aşk bir iktidar savaşı olabilir. Belki de maalesef sadece öylesini gördü, öğrendi. Hayat ona sadece öyle gösterdi. Daha iyisini bilemez ki...”