Oyunu da seviyorum, oynamayı da...

Akşam Gazetesi, 'Testosteron' adlı tiyatro oyununda, 'Kapılıçarşı' dizisinde, hem de senaryosunu yazıp başrolünü oynadığı 'Başka Dilde Aşk' filminde karşımıza çıkan Mert Fırat ile bir röportaj gerçekleştirdi.

Oyunu da seviyorum, oynamayı da...
Geçtiğimiz yıl yıldızı parlayan genç oyuncu Mert Fırat, oynamayı çok seviyor, oyun oynamayı da... Oyunculuk yaparak her mesleği canlandırabiliyor olmak, en büyük tutkusu oyunculuğa biraz daha bağlıyor onu. Mert Fırat, liseden sonra İsveç'te iki yıl televizyon ve medya yönetimi eğitimi almış. Ardından Ankara Üniversitesi Tiyatro Bölümü'nden mezun olmuş ve Oyun Atölyesi'nde hünerlerini sergilemeye başlamış... Geçtiğimiz yıl birçok projede yer aldı; 2010'da da onu sıkça ekranlarda göreceğiz. Senaryosunu yazıp başrolünü de üstlendiği 'Başka Dilde Aşk'ın aldığı övgüler ve ödüller de şu aralar ona haklı bir sevinç yaşatıyor. Çünkü film, Bursa İpekyolu Film Festivali'nde 'SİYAD En İyi Film' ile 'En İyi Kadın Oyuncu' ödüllerini getirdi. 46. Antalya Altın Portakal Film Festivali ve Kanada Uluslararası Film Festivali'nden de ödüllerle döndü.

- 2009 sizin için nasıl bir yıldı?

Sürpriz doluydu. Şu an oynadığımız 'Testosteron' gişede büyük başarı sağladı. Birçok ödül aldık. 'Kapılıçarşı' dizisi başladı. 'Başka Dilde Aşk' için Nisan 2008'den beri çalışıyorduk. Hayalini kurduk ve gerçekleştirdik. 2009 birçok şeyi getirdi, sanıyorum 2010 da öyle olacak.


FİLMİN MESAJI GİŞEDEN DAHA ÖNEMLİ


- Film istediğiniz etkiyi yarattı mı? Söylemek istedikleriniz yeterince anlaşıldı mı ?

Genel olarak doğru algılandı ama diğer yandan senaryomuz 'Issız Adam'a ve 'Karanlıktakiler'e benzetildi. Bazıları bu filmi, daha önce izledikleri filmleri göz önüne alarak anlamaya çalıştı. Halbuki her eser, kendine özgüdür. Özellikle işitme engellilerden aldığımız tepkiler bizi çok sevindirdi. Çünkü hassas bir konuydu. Karakterin ne anlatmaya çalıştığını anlayan insanların olması emeğimizin karşılığı oldu. Bizce karşılık asla gişe değil ama elbette daha iyi filmler yapmak için gişeye de ihtiyacımız var.

- Başrolde oynayacağınız sonradan belli olmuş. Önceden bilseydiniz rolde farklılıklar olur muydu ?

Kendim için yazamazdım ki! Herhalde bir oyuncuyu sınırlayan şey kendisi için rol yazmasıdır. Trajik de bir hata olur bence. Oyuncunun rolün dışına çıkıp yazmasının faydası var. Biz Zeynep karakterini daha fazla işledik ama Onur, işitme engelli olmasından dolayı daha çok dikkat çekiyor. Bu tehlikeyi görerek Zeynep'in değişimlerini yazdık çünkü Zeynep bizim gözümüzdü, o bizdik. İşitme engelliler kendi dünyalarını zaten biliyor dolayısıyla onlar için yapmadık bu filmi. Ötekileştiren, başka bir yere koyan, görmezden gelen ve öncelikle uyandırmak istediğimiz bizlere yaptık.

- Onur ters köşe bir rol. Oynarken zorlandınız mı?

Ters köşe rolleri seviyorum. Tanıdığım bir dünya olduğunu düşünürken hiç bilmediğim, deneyimlemediğim bir dünya olduğunu fark ettim. Yazarken tehlikesi yok bunun. İçten ve araştırarak yazıyorsunuz ama oynarken sürekli sorgularsanız oyun çıkmaz. Buna dikkat ettim. Zordu benim için. Ben çok konuşan bir adamım; Onur, hiç konuşmuyor. Dokunarak iletişim kuruyorum; o, dokunmayan bir adam. Bu anlamda farklıydı, belki de bundan dolayı keyifli oldu.


POZİTİF AYRIMCILIĞA İNANMIYORUM

- Film, bir aşk hikayesi ama konu itibariyle ajitasyon olmasın diye özen gösterdik diyorsunuz. İşin arka planında neler yaşadınız ?

Ajitasyon, bıçak sırtı bir konu. Mesela bir ortamda 'Ama arkadaş Ermeni' denildiğinde 'Olsun' demek gibi... 'Olsun, sorun değil' dediğin nokta bir sorun zaten. Pozitif ayrımcılığa inanmıyorum. Entegre etmekten, onları hayatın içine almaktan yanayım. Biz engellilere küçüklüğümüzden beri acıma duygusuyla yaklaşıyoruz. Seyirci 'Keşke şu sahne uzun olsaydı, tam ağlayacaktım' diyor. Biz ağlatmak istemedik zaten. Onların acınmaya ihtiyacı yok. Antik tiyatroda seyirciyi ağlatarak ya da güldürerek sağaltmak (tedavi etmek) vardır. Devlete karşı öfkeyi gülerek geçiştirirsin... Mesela, Recep İvedik gibi; orada da güler ve 'İyi ki ben böyle değilim' dersin. Bu, düzeni koruyan bir şeydir. Çünkü içerik yoktur. Kötü bir şey değil. Halkın gazını almak için Recep İvedik'e ihtiyaç var. Tepki almamak için Recep İvedik gibi bir adam olacak, herkes ondan nefret edecek, gülüp cezalandıracak. Dolayısıyla biz her iki çizgiyi de geçmek istemedik. İşitme engellilikten öyle bir komedi çıkartırsınız ki sitcom olur.


TABULARIN ÜZERİNE GİTMEK İSTİYORUM

- İkinci senaryonuz 'Atlı Karınca'da çocuk tacizini anlatıyorsunuz. 'Kaçtığımız her şeyle yüzleşmek istiyoruz' demişsiniz bir röportajınızda. Bunlar hayatta size dokunan şeylerin üzerine gitmek mi?

Tabuların, konuşulmayanların üzerine gitmek istiyorum. Bir ortamda ensest ilişki konuşulunca insanlar kaşlarını çatar. Ancak korkularla yüzleşmeden bir şey olmaz. Bir meselenin çözümü için önce onun tespit edilmesi lazım.

- Diziden, 'Kapılıçarşı'dan bahsedelim mi?

Projenin gücüne, meselesine çok inandım. Samimi, içinde silahların, entrikaların olmadığı, hayatın içinden bir proje. Gerçekten Kapalıçarşı'ya gittiğinizde görebileceğiniz tipler var. Arda rolünü ilk okuduğumda çok sevdim. Ayrıca, beş yıl Alanya'da garsonluk, barmenlik yaptım, kuyumcuda çalıştım. İsveç'te de aşçılık yapmıştım. Arda da gerçek aşkı bulana kadar böyle gidecek bir adam. Oynamaktan keyif alıyorum, yabancılık çekmiyorum.

- Nejat İşler, gerçekten diziden ayrılıyor mu?

Evet, bu başından beri belli olan bir şey... Biz de üzülüyoruz. Keşke Nejat'ın filmleri olmasaydı, daha uzun çalışabilseydik. Harika bir arkadaş; onu bu sezon tanıdım ve çok mutlu oldum.

- Sizi besleyen başka sanat dalları var mı?

Bana en çok fayda sağlayan konu edebiyat. Yazmaya yeltenmek de bundan olsa gerek. Müzik de ilham veriyor. Mesela, senaryoyu birlikte yazdığımız ve filmi de yöneten İlksen'in (Başarır) müzik bilgisi benden fazla. Onun bana yeni tanıştırdığı türler oldu. Resim ve heykelden de besleniyorum, aslında bütün sanat türleri birbirini besliyor.

- Oyunculuk yapmak hayatta size neler kattı ve neler götürdü?

Sosyal hayatımı götürdü. Sosyal yaşantım da mesleğim oldu. Tiyatro sahnesinde kendimi harika hissediyorum, arınır gibi. Oyunculuk özgür bir alan ama bu işin başında biri olarak bu özgürlük alanını yeterince kullanamıyorum. Oyunculuğun en keyifli yanı hem doktor oluyorsun hem de bir işitme engelli. Oynamayı çok seviyorum, oyun oynamayı da... Hayatıma mutluluk, keyif ve heyecan kattı.

- Tiyatro sahnesinde kim sizi izlerse heyecanlanırsınız?


Annem ve 'Oyun Atölyesi'nden yönetmenimiz Kemal Aydoğan'ın izlemesi beni heyecanlandırıyor.

Çok konuşan bir işkoliğim
Burcunuz?
Oğlak.
İstanbul'un en sevdiğiniz yeri?
Çengelköy.
Kendinizi en canlı hissettiğiniz zamanlar?
Tiyatro yaparken.
Beş yıl sonra kendinizi nerede görmek istersiniz?
Oyun Atölyesi'nin bir şubesi Avrupa yakasına açılmış ve ben orada hala oyun oynayabiliyor, senaryolarımızı yazıp çekebiliyor olmayı isterim.
En sevdiğiniz şarkı?
'Üflediler Söndüm' türküsü bu aralar ağzıma dolanıyor. Mor ve Ötesi'nin 'Ayıp Olmaz mı' adlı parçasını da severek dinliyorum. Çok manalı bir şarkı.
En son okuduğunuz kitap?
Tüysüz.
İnsanlar sizin en çok hangi özelliğinizi sever?
Ben çok konuşmamı ve işkolik olmamı sevmem ama insanlar da benim bu huylarımı sever. Ekin Türkantos / Akşam