Okan Bayülgen: Yer miyim ben bunları?

Sosyal medyada 'Hadi parti kur' şeklinde tavsiyeler geldiğini belirten Okan Bayülgen, "Ya yer miyim ben bunları?" dedi.

Ünlü televizyoncu Okan Bayülgen, Akşam Gazetesi'nden Mezin Dedeyi'ye röportaj verdi. Sosyal medyada 'Hadi parti kur' şeklinde tavsiyeler geldiğini belirten Bayülgen, "Ya yer miyim ben bunları? İşini iyi yapan insanlar ne kurtarıcıdır, ne gurudur, ne mesihtir, ne ahlak timsalidir, ne heykeli dikilecek adamdır. Sadece'İşini iyi yapan bir adam’. Bu kadardır yani." dedi.

İşte Mezin Dedeyi imzalı o röportaj:

Seveni de çok nefret edeni de. Ama kim ne derse desin ekranların fenomen ismi o. Başarılı, zeki, e tabii biraz da ukala ve aksi. Beyaz nasıl ailemizin terbiyeli saygılı oğluysa o da sokak çocuğumuz, asi delikanlımız. Tatlı bir kaçık. “Burnu düşse kaldırmaz” derler ya büyüklerimiz, işte aynen o cinsten. Okan Bayülgen’den bahsediyoruz. Çok yoğun ama sağ olsun bu yoğunlukta bana zaman ayırdı ve keyifli bir röportaj yaptık. Oyuncu, fotoğrafçı, televizyoncu… Bir koltukta çok karpuz taşıyor. Yine de yaptığı işlere çok fazla anlam yüklenmesinden rahatsız. Sosyal medyadan'Hadi parti kur, biz de üye olalım’ teklifleri aldığını söylüyor ve ekliyor: “İşini iyi yapan insanlar ne kurtarıcıdır, ne gurudur, ne mesihtir, ne ahlak timsalidir, ne heykeli dikilecek adamdır. Sadece'İşini iyi yapan bir adam. Bu kadardır yani.”

Bir koltukta çok karpuz taşıyorsunuz. Peki, o karpuzlardan hangisi sizi en iyi tarif ediyor?
Herhalde oyunculuk ve fotoğraf tarif eder. Oyunculuk eğitimi aldım ama fotoğraf da okumuş kadar oldum. Bu gibi işler hep insanın kendini geliştirmesini ister. Mutlaka bir yarış vardır. Ben de bu yarışa girmekten hiç çekinmiyorum.'Bir yere geleyim ve orada daha'cool’ durayım’ diye düşünmüyorum. Bir işi çok iyi yapan insanlarla yarışmak insanı daha da geliştiriyor. Rekabet iyidir.

Bir röportajınızda “Arabesk bir öyküm yok anlatacak” diyorsunuz ama herkesin bir öyküsü vardır. Sizin nasıl bir öykünüz var. Geriye gittiğinizde nasıl bir fotoğraf çıkıyor karşınıza?
Mutlu bir çocukluk geçirdim.'Kent soylu’ bir ailenin çocuğuyum. Kaç kuşaktır İstanbul’da bulunuyorlar. Ailemiz büyüktür. Her tarafta akrabalarımız vardır. İstanbul’da iyi okullarda okudum. Her şey iyiydi ama sıradandı.'Ah bak, nerden nereye’ hikâyem yok yani. Dolayısıyla göz yaşartıcı bir durum yok.

Galatasaray Lisesi bitmemiş ama 7 yıl orada geçmiş. Galatasaraylı olmak için yeter bir süre bence; neden bitirmediniz?
Çünkü siyasete bulaşmıştım; aynı zamanda acayip bir aşk hikâyesinin içerisindeydim. Annem beni toparlamak için yanında götürdü. Bodrum Lisesi’ne kayıt oldum sonra.

Size kişilik nevrozu teşhisi konulmuş.
Evet, 15-16 yaşlarımda konuldu bu teşhis. Meraklı bir çocuktum ve ergenlik dönemini biraz fazla düşünerek geçirdiğim için böyle bir şey olmuş olabilir.

MEĞER SEN NE TATLI ADAMMIŞSIN…

Konuklarınız neden çekiniyor sizden? Bu teşhisin etkileri sürüyor olabilir mi?
Saçmalık. Niye çekiniyorlar ben de anlamadım. Geldiklerinde heyecanlı oluyorlar ama sonra beni çok seviyorlar; “Meğer sen ne tatlı bir adammışsın” diyorlar. Hayatımda en çok duyduğum laf bu ama böyle bir şey yok.
Bir de galiba ben yaşlandığımı fark etmiyorum da başkaları daha iyi fark ediyor. Mesela artık beni programlara çıkartırken'bir duayen, bir efsane, bir şöyle insan’ gibi mühim laflar ediyorlar.

Hoşunuza gitmiyor mu?
Yahu gitmiyor tabii. Geçen gün rahmetli anneannemin ve dayımın mezarını ziyaret ettim. 30 küsur senedir ziyaret etmiyordum. Onların ayaklarının dibinde bir mezar var. O yeri satın alacağım herhalde. Bu laflar beni ters etkiliyor yani… Mezara yakın hissediyorum o zaman. İstemiyorum ben böyle laflar duymayı. Sinirim bozuluyor.

Şov dünyasında çok önemli bir yere sahipsiniz. Sizden çok öğrenilecek şeyler var.

Çok zarifsiniz ama ben bütün bunları şov dünyasının içinde yapıyorum. Yani gerçekten'Bak şunu da yaptım, şu kişiye de hayrım dokundu’ demek için yapmıyorum. Bunu prensip olarak belirledim. Bizim yaptığımız iş; tiyatro sahnesinden, sinema perdesinden ya da televizyon ekranından insanlarla arkadaşlık etmektir. Onlara birtakım masallar, hikâyeler anlatmaktır. Bir illüzyon sağlamaktır. Şov dünyasının kuralları vardır. Ben de bunu gerek bir sanat olarak tiyatro okuyarak, gerek sinema filmlerinde oynayarak, gerek fotoğraf çekerek, gerek yönetmenlik, montaj vs. yaparak, gerek yazarlık yaparak anladım. Bir illüzyon kuruyoruz ve bu illüzyonun arkasında bir rol kişisi olarak ya da bizzat kendimiz olarak duruyoruz. Ben artık bir rol kişisi değil, bizzat kendim olarak duruyorum. Ama işte diyelim ki genç insanlarla olan sıcak temasım ve diyaloğum sayesinde bir'kanaat önderi’ konumu biçiliyor. Ben politik bir kişi değilim ve şov dünyasının içindeyim. Bana sosyal medyada en çok yazılan laflardan biri;'Hadi parti kur, biz de üye olalım.” Ya yer miyim ben bunları? İşini iyi yapan insanlar ne kurtarıcıdır, ne gurudur, ne mesihtir, ne ahlak timsalidir, ne heykeli dikilecek adamdır. Sadece'İşini iyi yapan bir adam’. Bu kadardır yani.

Yani'iyi olmak’ bir erdem değil...
Yahu tabii ki değil. Ben hayata mümkün olduğu kadar serinkanlı bakmaya çalışan bir adamım. Kendime de fazla değer biçmem.

YALNIZLIĞI SEVERİM MİSAFİR SEVMEM


“Eve misafir çağırmamamızın sebebi buranın İstanbul’un alanı olması” demişsiniz. İstanbul evinizin tamamını kaplıyor anladığım kadarıyla.
Bu röportajı yaptığımız gece kızımın arkadaşı bizde kalıyor. Evi perişan ettiler, savaş alanı gibi. Gerek mutfak gerek oyun odası, gerek yatak odaları, her taraf perişan vaziyette ve bu tabloya bayılıyorum. Kocaman kocaman adamları, kadınları doldurup ne yapacağım. Bu yüzden hiç misafir sevmiyorum. Ne yapacağım onlarla…

Ama çocuklar sever misafiri…
Çocuğun sevdiği anneanne, dede vs. Çocuğun sevdiği tipler geliyor. Onun dışında gelen tiplere zaten çocuk belli bir mesafeyle yaklaşıyor. Yani onların gelmesine gerek yok. Öyle bir insan sevgim de yok. hep beraber olalım gibi düşüncem de.

Yalnızlığı sever misiniz?
Tabii. Mesela bir yerde yalnız oturursam çok mutlu olurum. İlla birini aramam. Yalnızlık korkum yok ne kadar yalnız olursam o kadar iyi. Ama sizin bahsettiğiniz keyfi yalnızlık. Mecburi yalnızlığı kimse istemez. Ben mecburi yalnızlıktan da hoşlanabilirim. Çünkü kimseyi aramıyorum.

KIZIMIZIN BİR EV HAYVANI GİBİ TERBİYE EDİLMEYE İHTiYACI YOK

Nasıl bir babasınız? Oyun oynar mısınız İstanbul’la?
Yeteri kadar oynayamıyorum. Annesi gibi olamıyorum. Tabii annesi onunla küçük bir kız oluyor. Ben o kadar çocuklaşamıyorum. Onlar iki kız daha tatlı oluyor. Mesela dans ediyorlar; ben dans konusunda pek başarılı değilim.

Ama bir süre sonra biliyorsunuz kız çocuğunda babaya karşı bir yönlenme olur.
Evet, bekliyoruz. Mesela sabah okulda giyeceği kıyafetler için kombin yapıyorlar. Ben bu konuda da pek iyi değilim. Benim dalgam güzel şu an. Kızımla ilgili olarak durduğum yeri seviyorum. Ben o tatlı babayım. Biz prensip olarak çocuğumuzu terbiye etmeye çalışmıyoruz. O bir insan her şeyden önce ve kişilikli. Ev hayvanı gibi terbiye edilmesi gerekmiyor.

Şu an kaç yaşında?
Dört buçuk yaşında…

Kişiliği altı yaşına kadar oturuyor biliyorsunuz.
Evet. Bu yüzden de bilinçaltına kaydettiği şeyler konusunda dikkatli olduk ve ona hep mutlu bir ortam sunduk. Ben kızıma hiç kızmadım, onu hiç uyarmadım. Düşmesin, tökezlemesin, üşümesin, iyi beslensin, iyi eğitim alsın diye hep yanında oldum. Eğitmeye çalışmıyorum; anne baba olarak bizim yapacağımız şey, ona görerek öğreneceği bir ortam sağlamak. Parmak sallayarak, “Bak şunu şöyle yapacaksın” demek değil. Zaten çocuklar taklitçidir; evde huzur ve iyi bir kültür, iyi bir yeme içme düzeni ve diyalog varsa zaten bunu taklit ederler.

“Evlilik bir kümes” diyorsunuz ama siz öyle çok da kümese girecek biri gibi değildiniz. Şirin Hanım’la aynı kümese girmeye ikna olduğunuza göre mesele kümese girmek değil orada kiminle yaşayacağın sanırım değil mi?
O beni ikna etmedi, ben onu ikna ettim.'Kümes’ sözümden de kötü bir şey anlaşılmasın. Evlilik bir üretim alanıdır. Bu aslında “Evleniyoruz fakat çok uzun süre çocuk sahibi olmayacağız” diyenlere söylenmiş bir laftır. Kendi evliliğimi bir şeye benzetmek için söylemedim. O üretim alanı da kendi kurallarınızı koyabileceğiniz bir alan değildir. Çünkü çocuk üşür, eve mutlaka bir mama sandalyesi girer, belli bir yaşa gelince okula gider. Bunu yönlendiremez, yönetemezsiniz. Herkes çocuğuna ne yediriyorsa siz de onu yedireceksiniz ya da aynı okullara göndereceksiniz. Tek bir çocuğun gittiği bir okul, tek bir çocuğun yediği bir mama, tek çocuğun konuştuğu bir dil yok. Dolayısıyla üretim üzerine giriyorsunuz, üretici oluyorsunuz.

HER BABA SALAKLAŞIR


Babalık sizde bir şeyler değiştirmiştir değil mi?

Hormonel olarak bize bir şey olmuyor. Doğurmadığımıza göre organik bir şey de yok. Dolayısıyla bir adamın karısı doğurunca'bak bu senin çocuğun’ diye hangi çocuğu işaret ediyorsa baba o çocuğu kendi çocuğu olarak beller.

Annelik doğuştan gelen bir duygudur. Babalık sonradan oluşur…
Tabii babalık öğrenilen bir şey; her baba salaklaşır, “Ne yapmam gerekiyor” diye düşünür. Annenin yapabileceği şeyleri yapamayacağı için, hemen kendini sokağa atar ve “Daha çok çalışayım, evi emniyet altına alayım” der ve gerek parayla gerek güçle bunu yapar…

Yıllar evvel “Hayatımda eksik olan şey huzur” demişsiniz. Bugün hâlâ aynı şeyin eksikliğini hissediyor musunuz, yoksa değişti mi hisleriniz?

Valla rahat bir nefes alamıyoruz yani huzur yok. Şov programlarında hep çocuksu sorular soruyorum. Kelimeleri kendi anlamlarına çekmeye çalışıyorum.'İyilik’,'kötülük’ nedir,'din’,'siyaset’ nedir? Bizi çevreleyen bu sorulara kelimelerin gerçek anlamlarıyla cevap verebilirsek ferahlayacağımızı düşünüyorum. Böylece belki birbirimizi yanlış anlamaktan da kurtulabiliriz. Yerel seçimlerden sonra'Yahu aslında kim muhtar’ oldu diye bir program yaptım. Muhtar nerede? Yani bu bir yerel seçimdi ama daha depresyondan çıkamadık. Önümüzde de Cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Şimdi bir kendinize gelin bakalım. Gazeteciler, televizyoncular, sokakta konuşan insanlar; bu kadar çabuk konudan konuya atlamayın.

BİR BAŞBAKAN’IN BİR DE BENİM HAKKIMDA BU KADAR YAZILIP ÇİZİLİYOR

Siz sözlüklere çok önem veriyorsunuz. Ekşi sözlüğe baktım da sizinle çalışıp hakkınızda olumlu şeyler yazan bir kişi bile yok. Neden böyle?
Ekşi Sözlük’te en çok sayfası olanlardan biriyim. Yıllar içerisinde sözlük yazarları biraz daha sertleştiler, biraz daha beğenmemeye başladılar. Bu konuda da kendilerine minnettarım. Ekşi Sözlük’e bakıyorum, bugüne kadar hakkımda yazılan hiçbir şeyden şikâyet etmedim. Yaptığım iş dolayısıyla beğenilmeye, beğenilmemeye, yoruma açık bir insanım. Ama bütün yazıları okursanız ki ben her şeyi okurum. Ekşi’de en çok ümitlendikleri adamlardan biri benim Türkiye’de. Yıllarca bana'Ekşi Sözlük efsanesi’ dediler. Çünkü herhalde bir Başbakan’ın bir de benim hakkımda bu kadar yazılıp çiziliyor. Her yerde benim hakkımda çok yazılıp çizilmiştir. Çünkü tartışılmışımdır ve tartışılıyor olmak iyi bir şeydir. Her gün benim hakkımda bir şeyler yazılıyor Ekşi Sözlük’te ya yazılmasaydı?

Tabii olaya bir de oradan bakmak lazım…
Tabii…Yani kötü şeyler yazabilirler kimse mecbur değil iyi yazmaya. Yazılabilir, dedikodu yapılabilir. Bu beni hiç üzmez, hiç zorlamaz.

REYHAN’LA SADECE ARKADAŞIZ

Reyhan Hanımı soracağım… Hep birliktesiniz, onsuz bir program düşünemiyorsunuz. Ne ifade ediyor sizin için?
Sadece arkadaşız Reyhanla, bunu belirtmek istiyorum. Çok iyi anlaşıyoruz. Çok iyi anlaşıyor olmamız ve yıllarımızı birbirimizi tanımaya ayırmış olmamız aramızda bir ilişki olduğunu göstermez. Dolayısıyla birbirini seven, cinsiyetlerini bu işlere karıştırmamış iki insanız. “Önce insan olmak lazım” dedik birbirimize. Ekibimde böyle başka insanlar da var. Onlarla da hiç sevişmeden yıllarca beraber çalışmayı başardık (gülüyor).

AHMET KAYA DİNLEMEZDİM

Ahmet Kaya albümünde şiir okudunuz…
Ne yapayım, istediler.

Sever miydiniz Ahmet Kaya’yı?
İşin doğrusu Ahmet Kaya’nın müziğini dinlemezdim. İlk şarkılarını yaptığı dönem çok haz etmemiştim müziğinden. Ama tabii o müziğiyle yıllar içinde kendi hikâyesini oluşturdu ve maalesef bu artık sadece bir müzisyenin hikâyesi değildi. Acıklı bir insan hikâyesi, siyasi bir hikâye, konuşulması gereken bir hikâye oldu. Ben de bu işe katkıda bulunduğum için çok mutlu ve gururluyum.

Çok güzel okumuşsunuz.
Sağ olunuz efendim. Mümkün olduğu kadar sakin, ballandırmadan, düz bir şey yapmaya çalıştım.