Dice Kayek: Ahu Yağtu uluslararası manken olabilirdi

Dice Kayek, Gisele Bündchen, Natalia Vodianovave Lara Stone gibi modelleri podyumuna taşıyan ikiliden çarpıcı açıklamlar

Ayşe ve Ece Ege'nin yarattığı Dice Kayek, uluslararası anlamda kendini ispat eden sayılı markalardan. Gisele Bündchen, Natalia Vodianova ve Lara Stone gibi top modelleri podyumuna taşıyan ikili, kariyerinde 20'nci yıla girdi. Dice Kayek, İstanbul'u geleceğin moda merkezi olarak görüyor.
Dice Kayek markasının 20'nci yılında Magnum'la işbirliğine giderek, 'Haz Tahtı'nı yarattınız. Neden işbirliği için bir dondurma markasını seçtiniz?

Ayşe Ege: Yirminci yıl ve Magnum Mini işbirliği tesadüf oldu, ama güzel de oldu bu anlamda. Öncelikle Ece dondurmanın hastası olduğu için enteresan geldi; dünyanın neresinde iyi ne dondurma var, hepsini bilir. Magnum Mini'yi de çok seviyor. Onun dışında kampanyanın bel kemiğini hayattan haz almak oluşturduğu için Dice Kayek markasıyla da örtüştüğünü düşündük. Modern ama zamansız, temsil ettiği bir tarz var, bizimkiyle örtüşen. Biz de onun renklerinden, tasarımındaki kıvrımlardan ilham alarak 'Haz Tahtı'nı yarattık.

Ece Ege: Magnum ekibiyle konuştuğumuzda kadınların evde en çok haz aldığı yerin koltuk olduğunu saptadıklarını söylediler. İşten yorgun argın eve gelip, evde koltukta televizyon izlemek kadınların en sevdiği şeymiş. Biz de duruma uygun bir taht yaptık, içinde buzdolabı da var, sevdiğiniz şeylerle doldurup ayağa bile kalkmadan keyfini çıkarabilirsiniz. Bu arada taht eylül ayında Milano'daki tasarım müzesi Triennale'deki standımızda sergilenecek.

REKLAMDA Pamela Anderson'IN OYNAMASIN DEĞİL

A.E: Bu proje bana biraz da şu yüzden enteresan geldi; bu aralar ülkemizde 'aman reklamlara bir ünlü çıkaralım' diye bir yarış var. Dünyada böyle bir anlayış kalmamışken, herkes daha enteresan ve yaratıcı fikirlerin peşinde koşarken, burada ne zaman televizyonu açsam, modası geçmiş, eskimiş yüzler... Cartier'nin yeni reklamında bir panter başrolde. 4,5 milyon euro harcanarak çekilmiş ama ne reklam ama... İnanılmaz... İnsanlar böyle yaratıcılığı zorlarken, 40 yaşına gelmiş Pamela Anderson'ın nesi enteresan onu çözemiyorum yani. Dünyanın parası da veriliyor...

E.E: Ben de geçenlerde Penelope Cruz'u bir reklamda gördüm, fayans ya da banyo malzemesi, tam hatırlamıyorum, ama alakayı çözemedim açıkçası..

MELEKLERİN BU KADAR POPÜLER OLDUĞU BAŞKA ÜLKE YOK


Bu aralar Victoria's Secret melekleri de oldukça sık gelip gidiyor İstanbul'a...

A.E: O da ayrı bir konu; bu iç çamaşırı mankenlerinin bu kadar popüler olduğu başka bir ülke yok herhalde. Moda haftalarına bakarsanız, saydığınız iç çamaşırı modellerinin hiçbirini podyumda göremezsiniz, çünkü bir tasarımcının gözüyle giysiyi iyi taşıyamazlar. Onun için de çağrılmazlar... Ama burada baş tacı nedense...

Neden podyuma uygun değiller?

A.E: Çünkü çok kıvrımlı hatlara sahipler, kiloları da podyum modeline göre fazla. Saydığınız isimlerin yaşları da modele göre fazla. Bir podyum mankeninin en iyi hali 15-16 yaşındaykendir. Mesela Paris'teki bir defilemizde casting'e gencecik bir kız gelmişti. Rusya'nın köyünden gelmiş bir kız ama nasıl güzel... Defileye çıkardık, sanırım 1998 yılıydı. İsmi Natalia Vodianova, biliyorsunuz dünyanın en önemli top modellerinden biri. Sanırım ilk çıktığı defilelerden biriydi.

E.E: Bizim öyle bir model keşfetme durumumuz var sanırım. Bir kere de, 1999-2000 gibi Paris'te defileye model arıyoruz, seçmeler bitmiş, bir ajanstan telefon geldi: 'Size Brezilyalı bir manken gönderdik, lütfen ilgilenin' dediler. Gece geç vakitti, uğraşmak istemedik ama kapının orada bekliyormuş, 'İyi bir görelim' dedik. Çok güzel bir kız geldi içeri, Gisele Bündchen....

A.E: Evet, o zaman etkileyiciydi bayağı, ama şimdi bakacak olursanız onun da aynı havası yok çünkü yaşı geçti. Aynı tazelik kalmıyor. Mesela 2001 yılında yine ilk kez Lara Stone'u podyuma çıkardık. O zaman daha androjen bir yüzdü, ama zaman geçtikçe kıvrımlı hatlara sahip oldu, göğüsler filan, kullanamıyoruz.
Androjen derken, şimdilerde Lea T. gibi transseksüel ya da Andrej Pezic gibi kadın giysileriyle podyumda yer alan erkek modelleri kullanma trendi var. Sizin de model arayışınız bu yönde mi?

E.E: Hayır canım, ne alakası var. Erkek modele kadın giysisi giydirip, 'Ay ne güzel' demeyi çok anormal buluyorum. Benim beğendiğim yüzler yine kadın ama daha androjen hatlara sahip, Karl Lagerfeld'in ilham perisi Freja Beha Erikksen gibi...

AHU YAĞTU DÜNYACA ÜNLÜ MODEL OLABİLİRDİ


Peki, Türkiye'den top model favoriniz var mı?

A.E: Türkiye'den ne yazık ki uluslararası anlamda model çıkmıyor. Bu bizim snob tavrımız değil, yabancı ekiplerle çalışıyoruz, defileler için model seçmeleri yapan casting direktörlerine beğendiremiyoruz. Belki Ahu Yağtu olabilirdi, ona bir defilemizde yer vermiştik ve onaylanmıştı ama o da yıllar önce bu yoldan çekildi. Hiç unutmuyorum, 2000'li yılların başında bir defilemiz için Fransız bir casting direktörü gelmişti. Bir ajanstan telefon ettiler 'Yıldız modelimizi yolladık ilgilenin' diye. Deniz Akkaya geldi, ancak Fransız'a beğendiremedik. Gelen modellerin hiçbirini beğenmedi, kıyamet kopardı.

SOKAKTA MODEL ARADIK BULDUĞUMUZ KİŞİ ÖZGÜ NAMAL'DI

E.E Biz de mecburen sokağa çıkıp, sokak casting'iyle kız aradık. Esmer bir kız bulduk, masum duru yüzlü, o zaman tiyatro eğitimi alıyordu sanırım. O çıktı podyuma, sonra ünlü oldu, Özgü Namal... O zaman küçüktü tabii...
Yirmi yılda geriye bakınca en çok gurur duyduğunuz etkinlikler neler?

A.E: 20 yılda birçok şey yapmışız; hatta arşivlere baktığımızda ilk çalışmalarımıza ait iletişim bilgileri faks yoluyla yapılmış. Düşünebiliyor musunuz, daha e-mail bile yokken hayatımızda... İlk koleksiyonumuzu Paris'teki müşterilere sattık, çok heyecanlanmıştık o dönem. Onun dışında sanatsal işbirliklerimiz oldu hoşumuza giden. Mesela Hollanda'da Rotterdam Müzesi'nde bir sergimiz vardı 1995'te, tasarımlarımız Rembrandt'larla birlikte sergilendi. Fransa Lion Dantel Müzesi'nde dört, beş tasarımımız sergilenmişti 1997'de. O kadar çok iş yaptık ki uluslararası alanda, artık unutuyoruz. Sayısını hatırlamayacağımız kadar yabancı kanala çıkıp röportaj verdik. Onun için rahatlıkla söyleyebilirim kiİstanbul'un bu kadar revaçta olmasında, 'in' bir şehir olmasında çok büyük katkımız var. Zaten bunu biz söylemiyoruz, yabancı dostlarımız söylüyor.

DİOR'UN TASARIMCISINI ÇIKARTIP BİZİ ALDILAR

Yirmi yıllık birikime sahip olmak, sizin gibi genç tasarımcılar için oldukça önemli bir aşama. Hiç 'tamam, oldu bu iş' diye düşündüğünüz özel bir an oldu mu?

A.E: Şöyle bir olay oldu, Galerie Lafayette'ten gecenin bir yarısı aradılar. 'Ne oldu acaba?' diyerek, yüreğimize inerek uyandık. John Galliano'nun standını boşaltıyorlarmış, malum olaylardan dolayı. İlla bizi istemişler, 'Dice Kayek olsun' demişler. Düşündüm, iki yıl önce Dior'un başındaki tasarımcı çıkartılıp, yerine bizim geçeceğimiz söylense, herhalde gülerdik. Fotoğrafını çekip Facebook'a koyduk.

AVRUPA ESKİDİ SIRA İSTANBUL'DA

Sizi kimi zaman uluslararası moda takvimi dışında İstanbulFashion Week'te de görüyoruz. Projenin gidişatı hakkında ne düşünüyorsunuz, denildiği kadar olumsuz mu?

A.E: Objektif olmak gerekirse projenin geçen sezon sağlıklı ilerlememesinin nedeninin tamamen ekonomik olduğunu düşünüyorum. Senin maddi gücün, bütçen ne kadarsa, o denli enteresan projeler sergileme imkanı bulursun. 2010'daki etkinlikler daha başarılıydı, çünkü o yıl itibariyle bütçe çok iyiydi. O yıl çok önemli insanlar da geldi Türkiye'ye, şaka değil yani. Purple dergisinin başındaki Olivier Zahm'dan tutun da, efsanevi moda ikonu ve editörü Anna Piaggi'ye herkes geldi. Çünkü enteresan bir şey yapılabilmişti, Hüseyin'in (Çağlayan), bizim sergimiz vardı, genç tasarımcılara destek verilmişti, bir sürü heyecan verici, enteresan etkinlik vardı. Ve bunlar birbiriyle de ilintiliydi.
Şimdi bütçe sorunu var. Paris Moda Haftası'nda Grand Palais'de sergilenen Chanel defilesine bakın, milyon dolarlar harcanmış, bir de bizim burada üç kuruşla defile yapmaya çalışan tasarımcılarımıza bakın. Aynı olmasına imkan var mı? Demin de bahsettiğim gibi İstanbul şehir olarak çok moda şu aralar, sadece moda alanında da değil, moda ve sanat alanında, ikisi bir arada desteklenmeli ve lanse edilmeli. Şu da bir gerçek ki İstanbul hemen birkaç senede Paris'e dönüşmeyecek, ancak 20 yıl içerisinde onu geçebilir. Çünkü Avrupa eskidi, modası geçiyor, herkes buraya geliyor bakacak olursanız.
Bu tersine göç sürecinde siz markanızı nasıl konumlandıracaksınız? Paris sizin için önemli merkezlerden biri çünkü...

A.E: Marka olarak ikiye bölünmüş durumdayız zaten, hem burada hem de Paris'te çalışmanın getirdiği bir durum. Hatta bu ikilik bizi besliyor. Ama sadece bu iki merkezde değiliz, mesela şimdi büyük ölçekli bir Çin tekstil firmasının danışmanlığını üstlendik. Onlar için tasarım yapacağız. Çin'de işler çok değişti, eskisi gibi ucuza fason üretim devri bitti, moda ve tasarım konusuna çok önem vermeye başladılar. Zaten o kadar nüfusla aksi beklenebilir miydi? Şimdi onlar da tüketmeye başladılar.